8 Aralık 2016 Perşembe

Yolcu...



Varacagim kentten önceki son duraktayim.Zamanda ara bir istasyon, üç farklı düşünce beni olduğum yerde bulanık bir halde dolaşmama sebeb oluyor. Gidebilir, gidip dönmeyebilir, ya da bunların hiçbirini düşünmeyebilirdim. Otobüsün kalkmasinin az kaldigini gecenin aniden ortaya çıkmasıyla anlayabildim. Yeni yetme muavinin enkaz niteliginde eşyaları yerleştirme telaşı gözlerime ilişiyordu. Bir an da ona doğru yaklaşarak heyecanla yaptığı işlerini bırakmasına sebeb olacak şu sözler çıktı ağzımdan:

"Otobüsün haraket etmesine daha var mi beyefendi?" sadık  bir ses tonum olduğuna kanaat getiren muavin, elindekileri yere bırakarak dogruldu. Kolundaki saati bakmaktansa, duvarlarda; içeride kalabaliktan ziyan olmuş gürültülerin arasında ya da güneşin olmayan konumundan da faydalanarak...

" On dakika var hanimefendi, isterseniz yerinize gecin, sogukta beklemeyin." dedi.

Bu cevap karşısında  ellerimin üşüdüğünü,zamanın az kaldığını- saatine bakmadan ne kadar vakit kaldigini inanmamıştım ayrica - heyecanimin hat safhaya çıktığını anladım. Masum bir tebessümle teşekkür ederek koltuğa, beni bekleyen odacagima ulaşmam gerektigini düşünüp ön kapidan hizlica on iki numarali yerime ulaşmış oldum... Yolcular pek yoktu,göz ucuyla etrafi taradim, arka bölümün yari dolu olduğunu düşündüm. Siyah Çanta mı, lila rengindeki şapkayı  ve ele avuca sigmayan bordo flora mi yan koltuğa bıraktım. Icerinin loş ışığına ayak uydurup pencereden dışarı bakma cüretini gösterdim. Ellerimle gözle hissedilir ayrıntıları arttirmak için bugusu bulaşmış camı dört hamlede temizledim. Derin birkaç nefes alarak saçlarımı düzelttim. Saati bilmiyordum, tek bildigim kulaklarimda hala yankilanan on dakika kaldigiydi... Tekrar cantami kucagima alarak ne aradığımı bilmeyerek kurcalamaya başlamıştım. Bu sırada otobüs dolmaya basliyor, şoför bile ara ara istemsizce gözüküyordu. Önümde annesiyle yolculuk edeceğini düşündüğüm on iki yaslarinda bir kiz çocuğu arkaya bakiyor, tatli bir şekilde gülümsüyordu. Karsilik verdim, bu da çocukta daha fazla simarmaya sebeb olmuştu. Gözlerim muavini aradi, göremedi..

Çocukluğumdan beri ilk kez evime geri döndürülüyordum. Beni nasıl karsilayacaklarini merak ediyordum açıkçası. Giderken onlara sormamistim ve geri dönerken de onların haberi yine yoktu,olmuyordu da...

Belki de kimsecikler kalmamisti, ölmüş bile olabilirdi ailem. Yillardir ne ariyordum ne de araniyor. Sevinç çığlıklarımın en acısını yaşadığım o eve gitmek onlara " merhaba ben geldim?!" demek; ölmüşler ise sessiz bir çığlığa gömülmek istiyordum. Istedigimin hepsi buydu iste, zamanın tırpanını ensemde agir ve sicak bir sekilde hissediyordum. Havadaki nem bile afallamisti nereye akacagini bilemiyordu. Çocuk annesine sulu sevgi gosterilerinde bulunuyor, kadın aldirmiyor ve disariya tebessumler saciyordu.. Sisten ve bugudan hiçbir şey tam görünmüyordu, her şey yari ölü bir karanlıkta akıp gidiyordu. Ana,baba, çoluk  çocuk kapılıp gitmişiz  siyahın  bir girdabına, kendi kalabalığımiza... Söz nerede başlıyor kim kimin belleginde yer/yar ediniyor hicbiri belli değildi. Varligimizdan habersiz yaşanıyordu sanki. Bu hep böyle mi devam edecek, günler yüreğimizde bir pençe gibi iz mi bırakacaktı. Birgün nerede/ nasil olduğumuz bilmedigimiz düşlerimiz, mucizelerimizin yazgılarına esir olmak zorunda miydi? Takvimin değerli (!) sayılarını aylara bölmeyi ne zaman birakacaktik, söyler misiniz? Yetmiyor... Sayilar bile bizi anlamayı yetmiyordu ışte. Kelimelerden medet ummak, onlari kifayetsiz bir an da bırakmak bizim suçumuz muydu yoksa? Kefareti ödenmeyen kaç duygu kalmıştı bellegimizde.. Hepsi buydu ışte, baska da bir şey değildi...

" Hanimefendi, hanimefendi..!"

Yüksek ve karanlık dolu bir sesle irkilmiştim. Gözlerimi, sabitledigim çocuktan ayırarak sesin yoluna takip ederek göremediğim muavine akıttım..

Bu sesin dokusunu daha önce duyduğumu hatırladım.

"Kalkıyoruz hanimefendi lütfen yerinize geçin, zamani geldi."

Ellerimin üşüdüğünü hissettim, bunun dışardaki  soğuktan  mi yoksa içerde el sürdüğüm  camin bugusundan mi kaynaklandigini animsamaya calistim. Sesimdeki buğuyu temizleyerek, cömertçe:

"Beklediğim otobüsün bu olmadığını, yanlış bir yerde bulunduğumu " söyleyip ağır ağır kalabalığın karanlığında kayboldum.

İBRAHİM  DEMİRÖZ// YOLCU

08 ARALIK 2016