16 Aralık 2015 Çarşamba

FRAGMANLAR



Icimde tarif edilemez tutku birligi olustugunu hissediyorum. Bu ozel duyguyu erisebilmek icin bazen insanları feda ediyorum. Bunu neden yapiyorum anlayamiyorum. Sonuc ise mutluyum...

Biraz daha aciklama geregi hissediyorum yanlis anlasilmalara izin vermemek icin ... Bir insanin farkli duygulari istemsizce olmadan yasamasi taraftariyim. Aglamasini becerebiliyorsa eger ayni dakika icinde gulmeyi de becerebilmek zorunda olmali. Insanlar yasadiklari tum duygulari kendilerinin iyiligi icin oldugunu unutmamali. Yoksa ne onemi ve anlamı kalirdi ust duzey bir yasam alani belirlemenin??


Bir yetiskin bireyin el cirpmasi neden absurt kacar anlamis degilim. Ya da bir kadinin sigara icmesi. Ilginc ve hissiz. Aptalca seyler. Ele alinacak dogal ve dogaya uygun dusunmek insanların evrensel silsilesine bir ilmek atmak demek. Farkinda bile degiller yasadiklari hayatinin guzelliklerini. Bin varolus uzerine bir kere dogum yapinca mi kirlenir insanoglu. Vaftiz edilmis duygular her yer. Kacinilmaz tartismalar. Bitmeyen aksam önleri. Yakin duygular ama uzak gonuller, dile getiremeyecek kadar gizli sozler..

IBRAHIM DEMIROZ // FRAGMANLAR

15 Aralık 2015 Salı

ANLAMSAL EĞRİ VE YASAM UZERINE

Yazinsal hayatimizin en onemli ve ozel kusurlarindan biri olarak adlandirabilecegim kusurlu okuma tabiri uzerinde durmadan gecmek istemedim. Insanlik yasami boyunca hep bilgi arayisi içindi olagelmistir. Bunun esas sorumlulugunu üstlenmek yerine; kendi bilgi akisimiz icinde bir arayis, yonelim, ucsuz bucaksiz bir yol bulma telasi icine girmemiz de cabasi.


Basitlestirilmis bir kac tumce ile kanuyu aciklamak isterim ... Once 2 soru ile yonumuzu belirleyelim:

1) yasamimiz boyunca biriktirdiklerimiz neler olmustur?

2) kendimize karsi gercek ozne olabiliyor muyuz?

Ikinciden baslayalim...

Bir hayati yasarken etken dusuncelerimiz olmasina ragmen, edilgen bir davranis içine giriyorsak ya da girmek zorunda hissediyorsak oznelerarasi bir sikinti var demektir. Bu da ust yasam hakkimizi kendimizin bilerek ya da bilmeyerek gasp ettiğimiz anlamina gelmektedir. Bunun farkına varmamiz ise olgunluk olarak adlandırılabilecegimiz kemik yasiyla anlatma isine giriyoruz... Ancak nafile!!

Standart oznellik, tikellikten uzak ; kendi icinde donor bulabilegini inandığımız bir olgu meydana getirmekteyiz. Bunun ne derece dogru/ yanlis olduguna bakmaksizin kabullenmislik bir olcu olusturuyoruz.

Ilk soruya donmek gerekirse: ya biriktirdiklerimiz??

En ozel duygulari bir kumbaraya doldursak, yine de bu kadar ozel olabilir mi bilemicem ama. Insanlik tarihinde biriktirdiklerimiz bizi anlamli kilan tek olgu. Ne kadar bu davranışımizi freudsal bir yaklasimla ele alsalarda, cozumsuz bir sekilde cevap bu.. Uzgunum!

Akitilan kaplarda meydana gelen duygular yeri geldiginde firtina yaratmasinda uzerimize yok. Bu da ozel bir kabimizin olmasi gerektigini ve bunun icin de saf kalmanin huzursuz hafifligini bize yadsimak zorunda birakiyor.


Zengin olan da fakir olanda biriktiriyo insanoglu. Onemli olan bu biriktirilen duygulari ve kaliteli gecmis yasantilarini nerede/ ne zaman ve hangi kosulda kullanmamiz gerektigini biliyor olmamiz..

Her gerceklerin hayatinizda anlamli ve kalici olmasi dileklerimle..

   IBRAHIM DEMIROZ // ANLAMSAL EGRI VE YASAM UZERINE

26 Ağustos 2015 Çarşamba

Mantığın Mantıksızlığı ve Yakarış... ( 1 )

İnsan neden yaşar?

Hangi düşünce yapısı bireyin toplumsal yaşayışından bireysel özgürlüğüne dönüşür?

Bu yazıyı ele alış biçimim diğerlerinden farklı olacağı için şimdiden okuyucularımdan özür diler ve beni affetmelerini dilerim. Yazmak , gerçekleri kıvırmadan yazmak zor zanaat amenna. Buna ne kimsenin sözü olalabilir; ne de eleştirilebilir. Yapılan her adım bir tercih gidilen her yol birer amaca dayalı olması istenir insanoğlundan. Buna ne şüphe! Üçlemler dörtlemler ve beşlemler oluşturuyor insanoğlu yaşamı boyunca. oysa aslında basit bir yaşam bekleyen Tanrı ne değiştirmek istedi de karmaşıklartırdı insanların hayatını? 

Çok basit bir soru. Neden karmaşık hayatlarda yaşamayı istiyoruz? Bu bize ne kazandırıyor da Tanrı katınta kutsallaşıyoruz. iç mağrurluk deyimini ulaşmaya çalışırken hangi nefsani duygular sarmalında kaldığımızın farkındayız, değil mi okuyucu? Girişi pek fazla uzatıp kafa bulanıklığına sebep olmak istemem - zaten yeterince var- bazı gerçekleri de değinmeden geçemiyorum/ geçemeyeceğim.


İnsanın derdi , kaosu genellikle ikilemlerle yüz yüze geldiğinde başlıyor. Çoklu seçenekler yormuyor da ikilemler insanı fena çarpıyor. yol ayrımı misali. sonucunu/ ötesini göremediğin bir durum hakkında karar vermek ne kadar acı olsa gerek! Açalım biraz ; seçenekler yokmu, ahh!! nazıl bir ızdıraptır gerçekten, nasıl bir can çekişme ve nasıl bir kıvranma.. İnsan kendi istediği bir durum/ olgu/ yaşayış/ felsefe gibi ilkeler peşinde koşarken bir bakmışsın ki hopp çelişkiler sarmalının içinde buluvermissin kendini. Sonra çık çıkabilirsen tabi.


Sarkaçın bir ucundan bir ucuna gelip gidişini seyreder gibidir ikilemler arasındaki yolculuğumuz. Heyecan katar hayatımıza, iyi ki de varlar.İnsan kafasını kendisi bulandırır aslında belki farkındadır; belki de değildir bu ınsanın kişisel deneyimlerinden başlayan bir süreçtir. Bulanıklığın temel kaynagı ise lanet olası '' Akıl'' dır. Aklın mantıksızlığı. olaylara / olgulara mantığın, aklın yetmeyişi, yetemeyişidir. çözümsüzlük daim. Oyun oynanır, hedefler gerçekleştirilir. amaç belli noktaya kadar yürütülür ve karar verme aşamasında ortaya çıkan o mantığın mantıksızlı... Başta söylediğim soruyu dönersek o zaman : 

İnsan neden yaşar?

Duygunun düşünceyle harmanlandığı yerde insanın yaşama gayesi kaç denklem üzerinde oluşur. Ne belirler bu gayeleri ?? Sorular tükenmez, cevaplar çok sadece. Akıl hangisini esas alacak, neye göre karar verecek , neden çekinip neye bağlanacak. Her çiçekten bal almak bir tercih midir, yeteneğin elveriyorsa bunu yapmak doğru mudur? Sorular içinde soru sormak bizi cevaba yönlerdirebilir mi?!

Etkiye tepki arasında kritik bir boşluk vardır , tepkimizi seçme güçümüz bir boşlukta durarak bize zarar verir. eyleme / uygulamaya yani davranışa dökülmek ister. Özgürlüğümüzü bu belirleyecektir aslında, yapacaklar listesine yazılıpta unutulan mutfak listesi gibi kalbimiz de haberimiz yokmuş..


Konuyu biraz daha özele indirgeyip ve sertleştirerek devam edelim...

Tanrı neden insanları büyük sınavlara tabi tutar? Kendisine karşı özeleştiriden muhaf tutması insanlığın üzerine bu adi sorumluluğu atmakla kurtarabileceğini mi zannediyor. Ya da şöyle diyelim : yukardan bakınca çok mu tatlı görünüyor insanoğlu, eğlenceli olabiliyoruz kendisine karşı? gönderdiğin canlılar gereğini yaptığından dolayı şeytanını geriye çağırmak hiç aklından geçti mi? 

Bence geçmeli.. gereğinden fazla şeytanlaştırılmış insanoğluna , yeterince ödün vermen zaten tam bir safsata. '' Şeytanlaşmış kişilerin şerrinden Allaha sığınırım '' ayetini   hangi olay durumunda indirdiysen, haklılığı her daim devam ediyor. Eğlenceli değil mi, evet evet eğlenceli..

Aklımızla yapamadığımız kararları, bir seçimle duygu ve sezgimizle aslında çoktan yapmışızdır. Onca yıl yaşadığımız kararsızlığımız sürüp gider ve seçimimizi yaşarız.

Oysa vazgeçmek gerçekten güç isteyen bir seçimdir. İnsan yorulduğu için değil, sıkıldığı için hiç değil, başka seçimler yaparak kendi versiyonunu güncellemek istediği için kararlar alır ve uygular. Tek şart bekler gerçek.. Kefareti ödemeye hazır mısın? Doygunluğuna ulaşabildin mi? vazgeçmek/ vazgeçiş bir yenilgi degildir. İnsan vazgecer sadece. Bütün cümleleri '' Hayır '' ile başlayan insan ne büyük bir israf. Hayat seçimlerimiz üzerine ödediğimiz ya da ödeyeceğimiz bedeller ve kefaretler üzerine kurulu. En sevdiğim kelimelerden biri olan '' Düşmüşlüğün gizi '' bunun için her zaman önemlidir nazarımda. 


Hayat bir yanılgı silsilesi ve karşılaştığımız problemleri çözme süreci. Sorunlar, sorumluluklar bizim davranış şekillendirmesine sebeb olur. Davranış ve sorumluluk madalyonun iki yüzü..


Zihin şeyleri aklın ölçüsünden değil de  hayal ve tasavvur etme biçimi onun ayrı geçirgen bir yapı oluşturduğunu söyler Sipinoza. Hatta aynı zihin ve beden bile farklı zamanlarda aynı objeden farklı bir şekilde etkilenebilir. Bu da hayaller ve gerçekler arasındaki makas aralığımızın ne kadar geniş olduğunu ; hayal kırıklığımızın ne kadar buyük olduğunun doğal göstergesi olarak karşımıza çıkmasına sebeb olur. 

Konuyu biraz dağıttık farkındayım ve tekrar özür dilerim. içimizde ki betimlemelerin oluşturduğu dalgalar bazen yıkıcı etki oluşturabilir , bunu uzaklaştırma çabasına girişmek nafile.. Kabullenip hayatımıza devam etmek ya da bas basa kaldığımızda derin sızımızı yaşamaktan başka bir secenek kalmıyor..


Sözümüzü Krzysztop Kieslowski nin çektiği '' veronique ' nın ikili yaşamı '' nda geçen cümleyle bitirelim :  '' Yalnız olmadığı hissediyorum '' der veronique . ve devam eder : '' Bütün hayatım boyunca aynı anda iki yerde olduğumu hissettim.. Burası başka kim bilir diğeri hangi yerde ''  


Devam edeceğiz....




                                                    İBRAHİM DEMİRÖZ //   Mantığın Mantıksızlığı ve Yakarış... ( 1 ) 







24 Ağustos 2015 Pazartesi

SES

 

çözüldü sukut içimde
sebebini biliyorsun
suskunluğun bir nedeni kalmadı
hala konusuyorsun
yüzüm sarı renkte bir sayfa
kalem gibi sözlerin akıyor kulağıma
yapma!
beni de yoruyorsun

içimden bir nehir akıyor
bilerek barajlar kuruyorsun
rakıma katık onlar benim
bunu sende biliyorsun
sesleniyorum sessizliğine
silemiyorum
kelepçelerin izini
senden gidemiyorum
ufacık bir gülüşle
yıkılıyor, 
su tutmuyor barajlar
es kaza altında kalıyorum
kendimin
keyf içinde seyrediyorsun

kendime sözlerinden dünya yarattım
pek yabancısıyım kendimin
kesilmesin sözlerin,
nefesin. 
durma!
iyi geliyorsun.

                                                   İBRAHİM DEMİRÖZ - SES-

                                            24/ 08 / 2015




19 Ağustos 2015 Çarşamba

ADI KONULMAMIŞ BİR ŞİİR

  



Denizde sektirilen taş nereye gider!?
Gelip gitmeyen dalga mı saklası onu?
İki bulut arasına salıncak kurdum
Bi kaç nota ezberledim sallanırken.
Gelip geçenler bir garip baktı
Öğrendim sorduğumda
Bulutlu gökyüzünden korktuklarını


Teknelerin dans edişi cezbediyor seni,
biliyorum...
Kollarını uzatsan ; çekecek seni dalgalar
Tabiat arz ediyor seslerini
Bulut korkusuzluğunda duygularını örtersin
Bunu da biliyorum..


Bakışların satın alınamayacak birer antika
İki soyguncu gizlenmiş o mavi çukurlarda
Her zaman çalmaya mecbur hissedersin,
Birkaç el ateş edersin gözlerinle,
cephe gerisinden
Bir sinek öldürür ; belki de bir tekne batırırsın
Batık bir gemiyi kıyıya ulaştırır
Kızgın kumların üzerinde seyredersin..


Kısaca hayat devam ediyor sevgilim
Yan yana gelip kokusu karışmayan çiçek gibiyiz
Herkesin elleri üzerimizde gezinirken
Biz gökyüzünde geziniriz.


İBRAHİM DEMİRÖZ // ADI KONULMAMIŞ BİR ŞİİR

7 Ağustos 2015 Cuma

Bir Ankara Sabahı

Her balkon aynı tat da mıydı, hiç bilmiyorum. Ya da kaçıncı sabahlayışımdı bu doğmayan güneşin altında hatırlamıyorum. Elimde ne idüğü belirsiz bir çay tabağı. Sahi bardağı olması gerekmiyor muydu bunun?! Zorlu bir dağa tırmanıp keyfi kaçan bir mutluluk yaşıyordum şu an da. Azize ruhlu biri içerde yatarken; ben çoktan ruhumu uyandırmıştım bile.Bir Ankara sabahını hiçbir mekan/ zaman ile karşılaştırılmayacağını o sabah anlamıştım. Akşamdan kalma mıydım, sanırım bunun cevabını '' evet'' demekten başka bir seçenek yoktu. Duvardaki saatin/ saniyenin her tik tak sesi beni yıllar öncesine götürüyordu. Mekan algım fiziki bir dönüşümden çok içsel bir yolculuktan öteye geçiremiyor/ geçirmiyordu. Ne çabuk akıyordu zaman, yıllar öncesinde geldiğim bu evde bu kez farklı duygular sarmıştı, balkondaki eflatun renkli nergis çiçekleri. Ayağıma uzattığımda yoldan gecen insanların sesleri dikkatimi çekmişti.En tatlı sese odaklanıp duraksadım bir anda. Aşağıya baktım, karınca sürüsü gibiydi etraf, parmağımda tuttuğum ve bitmeye yüz tutmuş sigarayı savurdum üzerlerine. Benim için sinek ilacı gibiydi bu hareketim.


Bir an salona döndüm, bardağını unuttuğum tabağı eşleştirmenin makul olacağını düşündüm. Bardağı nerede bıraktığımı hatırlamaya çalışırken, içerden sanemin sesini duydum.Saat sabahın beşiydi ve bu saatte uyanması; sokaktan geçen seyyar satıcının sesiyle karıştı. Tercihimi yaptım, bardağı alıp tekrar balkona döndüm. Şehir gün doğumlarında hep denize bakarken aldığım mutluluğu vermesi için epey çabaladım, ama olmadı. Yine hüsran akıyordu saçlarımdan, ayaklarım nasıl da benden habersiz yok olmuşlardı. Kaçıncı gelişimdi bu eve? Ya bu balkona hiç çıkmış mıydım? Kaç gündür, kaç saattir burdaydım! inanın hiçbirini hatırlamıyordum. Ya da ben bu evde önceden yaşamış olabilir miydim!? Tüm düşüncelerim birer birer vurgun yiyordu. Hepside zihnimin hiç olmadık yerlerinden cevaplar vermekle meşguldü. Ben ise hiçbirini dinlememiştim ; dinlemekte istemiyordum. Çürük bir aşk kokusu içimi işliyordu.Yatak odasından salona, salondan yanıma gelerek balkonda bekleşiyordu. Elimdeki bardağı masaya bıraktım, sigara çoktan bitmişti. İyice gerildim oturduğum sandalye de. Sesleri duydum; vücudumdan mı yoksa oturduğum kahverengi bir  sandalyeden mi geldiğini bilmeden. Beynimin tüm odacıklarını peynir kırıntıları bırakmıştım, fare kapanını da hemen yanına... Huzurluydum artık..


Kalkma vaktinin geldiğini hissedip kendi kendime '' Hadi zamanı geldi Selim''  diye iç geçirerek doğrulmaya başlıyorum oturduğum sandalyeden. Bitmeyen ve soğuttuğum çayı da nergis saksısının içine boca etmeyi de unutmuyordum. Ayağa kalktığımda kafamın kaç milyon olduğunu kullanmadığım matematik terimleriyle hesaplama işine girişiyorum, sonra vazgeçip meyhane ortamına döndürüyorum bulunduğum yeri. Rujlu rakı bardakları, üzerimi sinmiş ağır bahar parfümünü silkeliyorum. '' ikisi de yapışmış, çıkmıyor meretler'' diyerek sitem ediyorum. Tenimin sadece sigara kokmasını arzuladığım zamanları yaşıyorum. '' Sanem uyanmış mıdır? '' diye kendime soruyorum ; kendime sormaktansa kendisine sormayı düşünerek salondan yüksek olmayan bir sesle sesleniyorum.. '' Uyandın mı?! '' cevap bekliyorum. Dışarıdan gelen gürültüden ve kafamın içindeki seslerden  Sanem ' in ne dediğini duyamıyorum. Bir anda bir güruh zuhur ediyor kalbime, ellerinden tutup kaldırıyorum kalbimdekileri. Tuhaftır, bir anda kendimi okyanusun ortasında çığlık atarken buluyorum. Okyanusun ortasında hiçbir şeyin bana zarar veremeyeceğini düşünerek dalıyorum en dibe. Bir balıkçı kızı hayal etmişimdir hep, belki ondandır bu dalmalarım bilemiyorum...

                                                                                   ( DEVAM EDECEK...)

                        
                                                           İBRAHİM DEMİRÖZ/// BİR ANKARA SABAHI

5 Ağustos 2015 Çarşamba

SANEM ' i İMHA KILAVUZU

  


Bir sanem yatırdım baş ucuma
Uykuluydu güya!
Dokunamadım şaçlarını şarap tadında
Birkaç şahış ekini kaybedip
Yoklayıp durdum rüyamda

Bir cinayete teşebbüs etmiştim oysa ki;
Herkesin beklediği zamandan öteye savrulmuş
Ceset beklemiştim
Kör bir kadını elimle yönlendirdim.
Uçurumun kenarına
Çok mutluydu oysa!
Neden sonra, duraksadı/ duraksadım
Hava nasılda kurşun tadında..
Deliyordu göğsümüzü
Deli (yordu) ömrümüzü
Tam cinayetin ortasındaydım şimdi
Dürüsttüm...
Ellerimde keskin olmayan sapsız bir bıçak tutuyordum
Çok mutluydu oysa!
Uçuruma doğru giderken

El bıçağa, huzursuzluk ruhumu yoklar,
Kötü düşünceler atlara binip beni yoklar,
Neyse ki şimdilik ikisi de yoklar!


İBRAHİM DEMİRÖZ// SANEMi İMHA KILAVUZU



16 Temmuz 2015 Perşembe

MAVİ RÜYA...

  

Ne çok uzaktım ona ne de çok yakın
Yürüyüş hızımız eşitti, sabit sayılırdı
Arnavut kaldırımda izini sürüyordum.
Ne uzundu boyu ne de tam kısa
Adımlarımı hızlandırdım, seçemedim.
Ne elaydı gözü ne de yeşil
Çünkü arkasındaydım, göremedim.
Ne sarıydı saçları ne de kızıl
Karanlık, loş sokakta hissedemedim
Koştum yanına dokundum omzuna
Yetişmiştim sonunda.

İyice yaklaştım bir ara, aniden döndüğünde
Ne evliydi ne de bekar
Tuttuğumda ellerini hızlıca
'' Merhaba'' dedim usulca,
Ne geç kalmıştım  ne de erken.
Beraber yürüyorduk şimdi, sakince.
Ama ben nefes nefese...
Gözleri de bildiğin maviymiş.!
Anladım göz göze gelince


İBRAHİM DEMİRÖZ // MAVİ RÜYA

1 Haziran 2015 Pazartesi

DEĞİNMELER - 1

  




*  DAHİLER HER ŞEYDEN ACİZDİR.

*  HEDEF OLMAYABİLİR, YOL MUTLAKA ALMALI.

*  HER YAKARIŞ YENİ BİR İLMEK, YENİ BİR GÖREV , YENİ OLUŞ ; İSTER İSTEMEZ BİR YOK OLUŞ.

*  DENGELİ BİR İSTİKAMET DE MUTLULUK MÜMKÜNDÜR

*  ARTÇI SARSINTILAR , DEPREMDEN DAHA TEHLİKELİDİR

*  BAZEN EN GÜVENDİĞİNİZ BİRİ, BİR SEY YAPAR ; YAHUT BİR DURAK GÖSTERİR, YÜZÜNÜZ  ASILIR, İÇİNİZ EZİLİR. SADE BİR TEPKİSİZLİK.

*  OLMAYANLAR, OLANLARDAN DAHA DOYURUCU OLABİLİYOR HAYATIMIZDA. 

*  APTALLAR GÜVEN DUYULACAK BİRER LİMANDIR. HEM DE GERCEK BİR LİMAN.

*  FARKLILIKLAR YABANCILAŞTIRIYOR BİZİ BİRBİRİMİZDEN, YENİ TANIM BULMAK HOŞUMUZA GİDİYOR.

*  İNANCI ÖYLE BİR BAĞ İLE TUTMALI Kİ; DÜĞÜM BİLE ÇÖZÜM OLSUN

*  YAĞMUR OLSUN; GÜNEŞ OLMASIN

*  KAPININ EŞİĞİNDE BEKLEYENLERE GİTMELİ

*  BİLMİŞLİK MALZEMELERİMİZİ HER TARAFA SAÇIYORUZ, SONRA '' BİZ'' İ , '' BEN '' YAPIYORUZ.

*  TATLI TATLI, YAVAŞ YAVAŞ, UYUTA UYUTA GÜLÜYORUZ.

*  EMİRLERİ DİNLEMEK BİZE MUTLULUK VERİYOR ; UYGULAMAK İSE ACI.

*  MÜMKÜN OLMAYANI İSTEMEK BİLGELİĞİMİZİN ERDEMİNDEN KAYNAKLANIYOR.

*  ÖZSAYGIMIZI ZEDELEYEN KESKİN HANÇER : '' ROL ÇALMA TELAŞI'' 

*  İNANMAK İLK ADIM GİBİ.

*  KENDİLİĞİNDEN SÜZÜLEN SÖZ / GÖZ  YAŞLARINA GÜVENİN.

*  EN BÜYÜK AHMAKLIĞIMIZ AKILLI OLMA TELAŞINDAN KAYNAKLANIYOR.

*  ÖLÜM EN HUZURLU REFLEKS.

*  EĞER UŞAK İSEN SENİN İÇİN EN YARARLI SAHİBE UŞAK OL.

*  GERCEK İNSANLAR, ÖZGÜR RUHLU BİREYLER YETİŞTİRİR ; KENDİLERİ KÖLE OLMAYA MAHKUMDUR

*  YENİ ÖĞRENİLEN BİLGİ , ÇETİN BİLGİDİR. SABIR GEREKİR

*  DUYABİLİYORUM SENİ, EN ÇOK DA KAHKAHA TUFANLARINDA.

*  DUYGUYU YEDİ GÜNE BÖL , DAYANABİLİRSEN YÜCELİĞİNE TOPLA, GERİSİN GERİ.

*  VARLIK / YOKLUK ARASINDAKİ UCURUM TİKSİNTİDEN İBARETTİR.

*  TOPLUM BİREYSEL YAŞAMANIN SIKINTISINI ÖZENDİREREK EVLİLİĞİ KATLANILIR KILAR.

*  AYAKLARIN ÇIKARDIĞI SESİ İŞİTMEYİ ; SÖZLERİN BOĞUCULUGUNA TERCİH EDERİM.

*  BÜTÜN ERDEMLERİ ÇOKTAN YOK ETTİ İNSANOĞLU.

*  YÜKSEKLERDE BULUNMAK YORUYORSA SENİ , YIRTICIYIM DİYE DOLAŞMA DAĞ ETEKLERİNDE.

*  HER DUYGUNUN  ŞİDDETLİSİ TEHLİKELİ VE İYİDİR.

*  KAFKA OKUYAN İNSANDAN KİMSEYE ZARAR GELMEZ.


                                                                                            İBRAHİM DEMİRÖZ  / AFORİZMA

LEGO HAYATLAR... [ ÖYKÜ]

  





+ Alo
- Nerdesin?
+ Evedeyim, sen?
- Yoldayım. İyi misin?
+ (...)
- Beş dakikaya ordayım..
+ peki...

Uzun bir ögleden sonra olacagı her durumdan belli oluyordu. Adımları mı sık atma telaşından  mıdır bilinmez ; yorulduğumu hissetmiştim. Yol boyunca aklımdan gecen kelimeleri, karşılaştığım insanlara dağıtıyordum. Kapıya gelinceye kadar ne heybemde yeterince kelime, ne de ciğerlerimde nefes kırıntısının kalmadığını fark ettim. Zili çalıp / çalmama arasında gecen süre yol boyunca harcadığım enerjiden daha fazlasını kullanmama sebeb olmuştu. 

Zili çaldım, kapının o ara açık olduğunu görmem, tebessüm etmemten öteye başka bir duygu hissettirmişti. Seher vakti zili basıp kaçmalarım aklıma gelmişken, merdivenleri çıkmışım. Bir anda onu karşımda görünce ağzımdan çıkan sözleri hatırlamıyorum! Onun güldüğünü görünce pek de anlamsız konuşmadığı mı düşündüm.


+ Hoş geldin, beş dakıka demiştin!?
-  Ne kadar oldu ki, hızlı da gelmiştim!
+ yirmi dakika
-  Hımm..
+  Gel içeri, buyur.
- Her geldiğimde evi oda parfümüne boğmak zorunda mısın,nefes almayı denesen diyorum.. Cam mesela açılabiliyor, biliyorsun değil mi?
+  Çok komik!!
-  Sayemde ev toplanıyor sanırım, en son oturduğumuz sandalye bile aynı yerinde duruyor..
+  Yediğimiz son yemekten sonra bir daha dokunmadım.
- Bu konuyu konuşmuştuk, hala mı aynı konu?
+ Evet ne yapabilirim, benim hatam değil, değil mi?
-  Bilmem...


Absürt bir karşılaşmaydı zehra ile buluşmamız. Öyle ulu orta denk gelecek bir karşılaşma olsa, ''öp başına koy'' kıvamında olması için neleri vermezdim. Eskimiş bir buruşuk kağıttan yapmış olduğu ''uçakvari şeklindeki eserininin'' ucuramaması ; yan tarafta ki uçurtma sevdası çocukların mutluluklarını gölgeliyordu uzaktan bakınca.
Birkaç dakika onu seyrettikten sonraki çaresizliğine daha fazla dayanamadım ; yanına gitmeyi karar verdim. Yoksa çıldırtıcı derece de kendini hırpalıyordu , ya da bana öyle geldi, bilmiyorum.


-  Pilot olma hayali için fazla geç kalmadın mı?
+  Anlamadım!
-  Elinizdeki şekle diyorum, uçak olmalı. Kusura bakmayın hareketlerinizden başka bir sey olmasını dilerdim, hoş görün beni.
+  Aaa !! Evet. Küçüklükten beri yapabildiğim tek eser, o da malum göründüğü gibi işte.


Biz konuşurken çocuklar uçurtma eğlencelerine ara vermişlerdi. Gözlerini iki yana çeviren cocuklar, dikkatlerini nereye vermeleri gerektiğini : '' En yüksek benim ki şu anda, bak bakk!! ''  nidalarıyla uçurtmaya yönelmişti. Biz ise yere cakılmaktan bitap düşmüş uçağı inceliyorduk anlamsızca.


                                                                  *  *  * 


-  Sigara içen bir kızın piyano çalması sence de ilginç degil mi?
+  Bunu bana soran ilk sen değilsin, odanın her tarafına sigara dumanına boğup, piyano notalarıyla nötr ' lüyorum  sanırım. Elimde ne kalıyor dersen, yorgun parmaklar ve beni küfre boğan müzmin bekar  Handan hanım.
-  Anlıyorum seni - aslında anlamıyordum -  ev arkadaşının da komsun gibi düşündüğüne eminim ; çünkü gerçekten berbat çalıyorsun! 
+  Ciddi misin? ( yüzündeki şaşkınlık ifadesinin tadı görülmeliydi)
-  Şaka tabi, güzel çalıyorsun.
+  Ciddi misin!
-  ( ... )
+ İstersen akşam çalabirim sana, ev arkadaşım bugün geleyemeyecegini söyledi.
-  Yani?
+  Bu akşam burda kalabilir misin?
-  Çalmayı öğretirsen, evet.

Beş dakikalık yolu yirmi dakika da gelebilen ben; akşamın nasıl geçtiğini, handan hanımın duygularıyla eş değer hislere sahiptik, O derece etkilenmiştim o geceden. Belkıs ' ın o ulu zenginliğinden vazgeçişiydi ; bende ki o Süleymanlık tavırları. 

Sabah olduğunda yemek masasının üzerine sevdiği cevizli kek tarifinin  notlarını yazıp iliştirdim. Kapıyı yavaşça çekip çıkarken, komşuları Handan Hanımı istemeden de olsa selam verdim. Yolumu devam ederken elimdeki kağıttan yaptığım uçağı , hızlıca savurdum gökyüzüne. Gözden kaybolana kadar seyrettim


                                                                                       İBRAHİM DEMİRÖZ // LEGO HAYATLAR

7 Mayıs 2015 Perşembe

Hangi mutluluk ve va'adi ilk günaha denk gelir Tiryandafilya?

 



'' Bazıları erken yaşta gelip giderler'' dediğimde sen: 

'' Yemeğin tuzu acı mı olmuş?'' sözünü duyalı tam iki yıl olmuş. hatırlamanı isteme telaşına düşmem benim için ne kadar ehemmiyetli olsa da sende donuk bir sessizliğin oluşmaması içten bile değildi o zamanlar.

'' Odysseia'' destanı bilirsin, Rivayet odur ki; Odyseia  uzun süre savaştığı büyük Troya savaşından, savaşın bitiminden tam on yıl sonra evine dönebilmiştir. Kime dersin?
Kime olacak tabi ki sabırla otuz yıl onu beklemiş onurlu sevgilisi Penelope' ye. Ahh! sana ne kadar da uzak bir duygu, elini attığın her canlının yaşama ümidini arttırıp/ azalma gözünde bu derece önemsiz iken : ''Otuz yıl bir hiç uğruna beklemiş, ne aptal kadın!'' dediğini duymamak için neleri vermezdim Tiryandafilya.

Sana hak vermiyor da degilim, beni yanlış anlamanı da istemem su an. Hz Havva bile anca senin kadar caresiz olabilirdi dünyaya ilk geldiğinde Tiryandafilya. Gözlerini dünyaya açman, gerçekten gördüğün anlamına gelmez.Şuuru yok eden bir mutluluk hali, uyşmuş bir üst irade ve göz yaşları içinde ölüme koşturan sen..

Tüm aşklar doğasından kaynaklanıyor olsa gerek. Boğacak bir şeyler arar, eğer boğamassa kendi kendine boğar.buna '' Aşk Sorgulaması'' adını vermiştim de senin bana göz devirmenle kendime gelmiştim.. Sonra şöyle devam etmiştim: 

- Eğer aşk dediğimiz duygu bir kere sorgulanmaya başlanmışsa, oradan hasarsız cıkmak ne yaparsan yap imkansız Tiryandafilya!  Rüyalar denizinde gömülmekten, uyanma ümidini yeşertmekten başka elinden bir şey gelmez / gelemez / gelmemeli de...
Yalnızlıktan sıkılarak icat ettiğimiz birer hayaller varsa, bunlardan birisi de sensin unutma Tiryandafilya. Kendisine mektuplar yazılacak kadar duyarlı bir hayal! 

İnsan yaratılışı gereği bir sebeb-sonuç girdabında boğulup gitmekte. Akıl önemlidir bundan şüphe yok ; ancak bir o kadar da yol kesicidir hayatımız da. Sebeblerin tümünü en ince ayrıntısına kadar oymak, onun için bulunmaz bir nimettir. Tek bir sebebi belli olmayan sonuçları kabullenmeyen insanoğlu bu kıskaçta hayatını sürdürüp gider.İşitemediklerini işitmeye ; dokunup koklayamadıklarını koklamaya yad etmiştir hayatta. Yoksun bırakılıp hasret kaldığımız duyguları beklerken elimizde olanları bir türlü fark edemeyiz. Anllarız ki hayatımız bekleme salonlarında gececek Tiryandafilya. Bu hediye bekleyişlerin en büyük hediyesidir..

'' Sizi ondan ( topraktan) yarattık ; yine oraya döneceksiniz ve bir kez daha sizi ondan cıkaracagız'' ayetini sana söylediğim de neredeyse allaha bile inanmaya başlamıstın Tiryandafilya. Yoksa bu kadar beklemek, ızdırap dolu mevsim daha ne kadar katlanılır olabilir di ki ; Haklı degil miyim?

Sanatçı dediğin de nevrozla psikoz arasında gidip gelen değil midir? Deli gibi inanmak, tehcir edilmeyi bekleyen duygular gibi can acıtıcı hayatımızda.. ve sen hala akıllı bir adamın yapamadığı kadar cesur, vurgun yemiş bir deniz kızı kadar mağrursun Tiryandafilya.


                                                                                                 03 / 05 / 2015
                                                                                          İBRAHİM DEMİRÖZ

27 Mart 2015 Cuma

"meczup"

  



Şehrin en yoğun caddesinde bir cafe.Bir dolu öğrenci şen şakrak eğlenmekte. Etrafta sonbahar kalıntısı yapraklar, sağa sola yalpalayarak dökülüyordu. Yeni eriyen karların ayakları buz eden soğukluğu, bir an cafe ye girmemi yöneltse de, vazgeçiyorum. Karların olmadığı caddelerden ağır ağır ilerleyerek yürüyorum. Caddelerin seslerini kulaklarıma kapatıyorum. Yeni doğmuş bir bebek sesiyle irkiliyorum yol boyunca. Camlar sıkıca kapalı, perdeler birer duvarı andırıyor. Dışarı da tek tük insanlar hızlıca gözümüm önünden geciyor, soğuğa bile aldırış etmiyorlardı. Ağızlarından çıkan sigara dumanı ve nem birbirine karışmıştı. İnsanın üzerine yapışan kar taneleri, dakikalar geçtikce üzerimde küçük birer tepecikler oluşturmaya başlamıştı. Yol boyunca ilerlemeyi devam ediyorum, meyhane duvarları çarpıyor gözüme. Sıvası dökülmüş, paslı bir gece tadı veriyor insanın burun süzmelerine. Kireç tortuları tahta kahverengi ahşap tapanlara dökülmüş, yere atılmış sigara izmaritleriyle ayrı bir ahenk oluşturmuştu. O dakika sarhoş olmak geçiyor içimden, hayallerden en güzeli bu civardan gecenlerde olduğunu biliyorum. İçeriye gözüm ilişiyor farkında olmadan, bir masa etrafına toplanmış dört kişi içmekten mest olmuş halleri gözüme çarpıyor. Bir kemancı masadaki kadınlardan birine bakıp, en güzel melodilerden bir demet sunuyordu kulaklara. Bunu sadece kendisi bile  farkında değildi oysa. Ne kadar izledim tam bilmiyorum; ama akşam olmak üzereydi. Güneşin el değmeden yaydığı ışık süzmeleri, yüz çeviriyordu bu sokak aralarına. Herkes ciddileşmiş evlerine dönme telaşında, ara sıra akmayan trafiğe küfretmekle meşguldü.İşte tam o sırada görmüştüm onu.  Meyhanenin kirli camları arasından görebiliyordum . Kimi mi? Mahallenin delisini..


Kimsenin derdi tasasını düşünmeden o masadan bu masaya sürükleniyordu. O sırada kimsenin ilgi göstermemesi, nedense bana onun sevildiğini düşündürtmüştü. Aşınmış gri renkte bir ceket, yarım ayakkabı denilecek derece, çöpten yürüttüğü izlenimi veren bir kundura, yüzünde ise kimden aldığı belli olmayan ağır bir gülümseme vardı. Gözlerindeki o kırık mutluluk halleri, onun için ekmek kadar değerliydi. Ellerini bazen akıl almaz noktalara götürüyor, aynı hızda yüzüne indirilen bir tokat sesiyle kendine geliyordu. Kahkahayı bastığında ortam bir anda şenlenir, etraf ona yapılan aşağılayıcı sözden geçilmez, herkes gülmeye devam ederdi. Bu durumda olan olayları ve sözleri kimsenin duyması umurlarında değildi. Şaç ve sakallarında oluşan belirgin bütüleşme, onun deli olduğunu göstermiyordu; ancak herkesin ona Sakallı Deli Hasan demelerinde bir kusur aramıyordu. Yüzündeki mutluluğu anlatmak için '' İhtişam'' kelimesiyle durumu özetlesemde, bu durumda - hem de meyhanenin önünde - iltifatı ziyan etmek istemedim.Ellerini  Yeni yetme bir gelinin, düğmelerini açarken ki inceliğinde hareket ettiriyordu Deli Hasan. 

Bilinen tek gerçek meyhanenin en suskun anının üç beş dakika da gizli olduğuydu. Fare tıkırtıları son akşamcıların onlara ikram edeceği fıstık taneleri için savaşa tutulmuşlardı. Rüzgarın uğultusu üç dakıkayı bir anda bozmaktan geri durmadı. Bu sessizliği deli hasan'ın keskin şahin gözleriyle, buğulu camın arasından beni görmesi bozmuş ; içime bir ürperti oturmuştu.

O net bakıştan sonra ne yapacağımı bilemedim. Ellerimi cebimden cıkarıp buğulu camı silme teşebbüsüne giriştim, olmadı.. Penaltı atışında bir kaleci nasıl aklından köşeleri gecirise; bende tüm meyhane köşelerini gözlerimin önünden geçirmiştim, olmadı..  Deli hasan bir anda yerinden fırlayarak üzerime doğru yürüyüşe geçmişken, neden elinde silah ya da keskin bir alet yokken ona katilmiş gibi baktığıma anlamaya çalışıyordum. Dünya daki en zararsız insanlardan biri olduğunu bilmemize rağmen, bu korku nasılda içimize deli gibi kemiriyordu. Etrafta ve yanımdan gecen insanların bakışları bir anda deli hasan ve benim üzerime çevrilmişti. O anda herkes kimin deli olduğunu tahlil etmek istercesine ikimize bakıyorlardı. Hızlı bir adım atarak onlarla birlikte yürümek istesem de bir türlü yapamamıştım. Bu gecen süre zarfında zaten deli hasan çoktan yanımda belirivermişti. Ne konuşacak - ya da konuşacak mı - diye düşünürken o kadar hassas ve sevecenlikte bir ses duyuldu ki, bu senin ondan geldiğini ilk anda inanamadım ve kimin deli olduğunu kendime sormaktan da geri durmamıştım. Yanıma yaklaşarak: 

- '' Beraber oyun oynayalım mı? ''

Bu soruyu duyduğumda başta cevap beklemez diye düşünmüştüm. Bu düşüncem gözlerimle ve vücut dilimle olanları sokaktan gecenleri açıklama süresiyle eşdeğerdi. Biraz dikkatle gözlerine baktığımda, benden cevap beklediğini anlamıştım.Onu oyalamak ya da kalbini kırmak istemiyordum. Gözümle ayaklarını süzerek kar yogunluğunun arttığını görebiliyor, bende onun anlayabileği ancak onun kadar net olmayan bir duyguyla cevap vermiştim: 

- '' Tabi ki oynayabiliriz! İstersen saklambaç oynayalım?'' dedikten sonra agzının kenarlarından çıkan sevinç nidaları onun hoşnutluk derecesine belli ediyordu. Bu beni başta mutlu etmesine rağmen, sevincimi uzatmak istemeden sözlerime devam etmiştim.

- '' Şimdi gözlerinle ellerinle kapat ve meyhane duvarının yanında, ona kadar saymayı başla'' dedim. '' Sakın gözlerini acıp da beni aldatmaya kalkma ''  diye de uyarmıştım..

Deli hasan dediklerimi yapmak için kireçleri dökülmüş ve izmaritlerle dolu duvarın önüne heyecanla geçip, mutluluk dolu bir ifadeyle elleriyle gözlerini kapatıp saymaya başlamıştı.

- biirr ,  ikii,  üüüç, dööörtt, beş, alllttıı, yedi, sekiizz, dokuzz ve on!!

Ben ise çoktan bastıran karanlık içinde, duraktaki otobüse binip kaybolmuştum.


İBRAHİM DEMİRÖZ // MECZUP
 26 - 03-2015 

4 Mart 2015 Çarşamba

Rauf Bey...

  





Herkes gibi bir adam değilim. Elimde degil...

Göz önünde olmaktan, dikkat çekmekten pek haz duyan biri değilimdir. Evimden işime, işimden evime gitmek kuralımdır. Gelen gidenimde pek olduğu söylenemez. (aksamlar hariç) . Evim ne kadar temiz ve düzenli olsada; hayatım pek öyle sayılmaz. Her şeyin rengine, duruşuna ve eststiğine önem veren bir insanım. Restorantlarda yemek yemeği, müzikal tiyatroları gitmeyi, otellerde kalmayı ve içkiyi seven birisiyim.

Her gün aynı şeyleri yaparız işyerinde. Bazen iş çıkışı güzel hatunlar tavlamak, kısa günün karı oluyor benim için. Yaşım gereği benden yaşça küçük kadınları tercih etmemi, ''yaratılış'' teması altında savunmayı yeğliyorum. ellili yaşlara demir atmış bir insan olarak bunu sizden isteme hakkımın olduğunu düşünüyorum. Yapışkan kadın tiplerinden, tek gecelik ilişkiye karşı cıkan kadınlardan uzak durmaktan kendimi alamıyorum.Tabi arada kazalar da olmuyor degil. Evliliğim aklıma geldikçe elim ayağım titriyor nedense. Nasıl titremesin ki!! Nasıl evlendim o kadınla hala anlamıs degilim.Tam bir ruh düşmanı desem yeridir. Keşke daha evvel boşansaydım, gecen yıllarıma bir selam daha ben gönderiyorum. Karısına sadık kalan erkekler, bir de bekarlığın tadına varsaydınız, anlardınız ne demek istediği. Evlenmenin ne gereksiz bir sey olduğunu anlamam, ömrümün yarısına mal olmuştu bile...

Hafta içi sıkı çalıştığımdan, hafta sonlarının tadını iyi cıkartıyorum desem yeridir. Film izleyip, kitap okumak ne kadar favorilerimden olsalarda, bir kadınla olmak yanında sabahlamakta bir o kadar haz verici bir sey olduğunu itiraf etmeliyim. Aslında böyle bir şey için hafta içleri daha bir uygun sanırım. Sabah yanında görmek istemediğin biri için '' İşe gitmeliyim'' bahanesinden daha hoş ne olabilir ki.. Birinin evine de gitsem; ya da birine evime davet etsem, işe gideceğim sonunda.. bir daha onu görmeyeceğim.

genellikle evde yemek yapmıyorum.bazen aç olsam da aksam yemeklerini atlıyorum. Açık renkteki tenim ve siyah saçlarım hala bir kadını etkilebilecek düzeyde. Bunu yaşımın geçmiş olduğunu düşüneneler için söylüyorum.  Etrafımdaki futboldan anlamayan göbekli erkekleri düşünüp, birde geceleri barlarda üzerime atlayacak kadınları görüncekendime geliyor, arkadaslarıma gülüyorum. Hayran olunmak güzel şey, biliyorum.

O gün yine bir kadınla birlikte olmasaydım, işe geç gitmezdim. İşten geç cıkmasaydım, eve geç dönmezdim.Eve geç dönmesem onu görmezdim! Dünya tatlısıydı, oturduğu apartmanın girişine yaklaştığını, ayak seslerinin zarifliğinden anlayabiliyordum. ve tabi pencereye koşmam da bir oluyordu. Bazen sade bir kahve ile gün boyu pencerenin önünde onu bekler, geldiğini görünce günümü bitirirdim. Onu görebileyim, bekleyişimin ödülünü almak için, o narin ve huzurlu bedenini, hayal gözümle birleştirip kalbimin hızla çarpmasına sebeb olurdum. Rüzgarda aniden savrulan eteğini, ojeli tırnaklarıyla kapatma çabasına fırsat bilirdim. Gözlerden beynime doğru, onu yolculuğa cıkarırdım.

Karşı apartmana taşınma süreçlerinden hiç haberim yok. Sadece bir kaç gün önce perdelerin takıldığını, camda gördüm onu. yaşıma rağmen gözlerimin çabukluğu heyecanlandırmıştı beni. Komşularımla pek ilişkim yok, sadece karşılaşmak zorunda kalırsak, küçük bir baş ve göz selam ritüelinden başka bir tepkim olmuyor. Bir akşam eve dönerken karşı apartmandaki o hoş kızı gördüm. Tesadüfen o evde oturduğunu tül perdenin ardından telefonla konuşurken anlamıştım. Yüzünde olağanüstü bir gülümseme, elleriyle saçıyla oynaması, telefonla konusurken cilveler yaptığını, büyük ve derinden bir kahkaha atmasından fark etmiştim. Tüm dünyanın bir anda o masum kıza gördüğünü düşünüp, gereksiz bir kıskançlığa kapılmıştım. Hafifçe eğdiği boynunu sevgilisinin göğsüne koyuyor gibiydi. Elleriyle bir balerin edası takınarak, bir sağa bir sola nazikçe savurması da cabasıydı. Perdenin arkasından izlerken dınup kaldığımı,  elimdeki kahvenin buz gibi olduğu hissedince anlamıştım. Sıradan hayatıma renk katan biri olmaya başlamıstı. Onu görme oyunu vermiştim adına...

Bir bahar sabahı, onu takip edip bindiği otobüsleri öğrendim, işe giderken onunla karşılaşma ümidiyle,  binmeye başlamıştım. Kahvaltısını yapar( simit ve pogoça) elindeki ders notlarına gözlerini pür dikkat dikerdi. Mimarlık okuduğunu elindeli kitapların adından öğrenmiştim. Gül yaprağı gibi kırılgandı. Onu arzulamaktan kendimi alamıyorum. Hayatımdan geçip giden kadınlar, ilk defa mutlu olmalıydılar. onu izlerken bile hazzın doruklarında olduğumu fark edebiliyordum.

Yine aynı otobüsten, aynı durakta beraber inince, beraber yürümeye başladık. Aynı sokakta oturduğumuzu fark etti. Ertesi gün '' Günaydınlar'' gibi kelimelerle konuşmaya başlamıştık bile. Daha sonra gülümsemeler, pogaça ve cay seramonisi derken, iyi gidiyorduk. Sanırım adı da İlayda idi...
İlayda sohbeti ve konuşmayı seven - hatta cok konuşmayı- hiç susmayan yirmi iki yaşlarında bir kızdı. Ailesini, arkadaslarını, abisini, hoşlandığı erkeği anlatması uzun sürmemişti. Onu izlerken konusması, bakışı, ses tonundaki ahengliği ve şanşım yaver giderse, rüzgarda savrulan kokusunu hissetmek  mutluluk veriyordu. Anlattığı her şeyi komik bulmasamda, yüzümdeki tebessümlerin sebebinin tamamı ilayda' ya aitti. Okuldaki erkeklerin cok cocuksu olduklarından, onlarla uğraşmak istememesi özellikle dikkatimi çekmişti. İlayda her şeyini verebileceği bir erkek arıyordu aslında, ya da beni kandırıyordu...

Günlerden bir gün üzgün bir halde yanıma gelerek, okuldan ve arkadaslarından sıkıldığını anlatmaya başladı.Sanırım bana alışmıştı. bende onu anlamaya çalışarak, her dediğine onaylar olmaktan öteye gidemiyordum. Sınavların telaşı, ev arkadaşlarını sorumsuzluğu derken , evden ayrılmayı, başka bir eve cıkmayı düşünüyordu. ancak bu aralar olamayacağiı söyleyerek, kendininoktalıyordu her defasında.  

Üstünden bir kaç gün geçmeden, kapım çalındı. Geç bir vakitti. Ağlamak ve dertleşmek istediğini belirtmişti. Bir elimle ona sarılıp, bir elimle kapıyı kapattım. Saçlarının kokusunu ve boynunun sıcaklığını ilk orada içime çekmiştim. Bu yakınlığı yadırgamamıştı nedense, hatta hoşuna bile gitmişti. Arkadaşına dayanamadığını, artık onunla kalmak istemediğinin nedenlerini sıralayarak sabah etmiştik. Çok üzüldüğü, sinirlerinin bozulduğu belliydi. Sonra penceremden kendi evine bakarak bana tesekkür edip, kendini iyi hissettiğini ve yanağımdan öpüp evinin yolunu tuttu. Sonraki günler yakınlığımız arttı, sonraki bir aksam yolda karşılaşıp yolda yürümeye başladık.Gülüşüp konuşmalarımıza bakılırsa şimdi daha iyiydi. Otoparka geldiğimizde bir anda davranıp beni dudaklarımdan öpmesi bir olmuştu. Beni öperken arka koltuğa oturmasını sağladım, ilayda geçliğinin etkisiyle hormonları zirve yaptığı her halinden belli oluyordu. Onu ne zaman ve nasıl istesem beni geri çevirmiyordu..

(...)

İBRAHİM DEMİRÖZ// 03-03-2015

6 Şubat 2015 Cuma

Yaz(g)ı..

  



Endamlı olan kız,sanatsever,irite edilmiş resmin önünde duygularını oluşturadursun; medarı iftiharımız olma yolunda yürüyordu.Tablodaki tek erkek canını fazlaca sıkmış olacak ki, eleştirilerini ard arda sıralamaktan kendini alamıyordu. Diğer yandan temsili adam(bu emekçiydi ve bu işine yirmi üç yılını vermişti) maden ocağında daha ne kadar taşların bağrına kazma vuracağını düşünüp, okula başlayan çoçuguna on ikilik renkli kalem seti alma hayalleriyle avunuyordu.( yirmi dörtlük alamazdı, o zaman elektrik faturası geçebilirdi)Alınteriyle orantılı bir maaş alamadığını bu duygular içinde fark etmişti yıllar boyu.Tam bu sırada evde kaynayan çorbanın sıcaklığı,karşı komşunun pencere aralığından içeri sızmaktaydı.Hatta kendini biraz zorlasa, ucuz çorba kokusunu bir anda içine çekerek bitirebilirdi.Kokunun tarifini almak istediğinde, burnuna sobadan sızan kömür kokusu isabet etmişti.Planlar ne kadar da çabuk değişiyordu.Şaşırmıştı.İçeriki odada büyük annesi, ulu dua kelimelerini cümle yapmakla meşguldü.Otobüse yetişmek mi istiyordu, yoksa evde yemeği mi vardı, aklından gecenler tam olarak anlaşılmıyordu.Niyetinin iyi olduğunu düşünerek dudaklarını bükmekten kendini alamadı.Ellerini yukarı kaldırıp; dua eden büyük annesinin iştince duasına amin demek gelmedi içinden. ''Umarım kabul olmaz'' diye içinden geçirerek başını hızlıca cama çevirmişti bile.[....]
                     05/02/2015

19 Ocak 2015 Pazartesi

Loksandra..

  





Loksandra kendini pek güzel görmezdi.Evet güzel bir kadın değildi.Hoş muydu? Gözlerini ve tenindeki beyazlığı sayarsak; ya da parça parca analiz edip degerlendirisek güzel sayılabilirdi. Orta yaşta, zeki alımlı, zengin ve zarif giyinen bir kadındı loksandra.

(...)

9 Ocak 2015 Cuma

On Bin Nefes...

  


Hastane odasında yatmaktan öteye geçememesi onun için bir ızdıraptan başka bir şey değildi.Hareket etmeyi çalışması, kardesi sude' nin net yüz ifadesini takınmasıyla son bulmuştu. Sadece oğlunu görmek istemişti Handan.Başındaki doktorları görmenin yerini oğlunun sureti olması için neler vermezdi.Sudenin inatçı tavrı handanın çığlığıyla kırılmıştı:

- ''Çocuğumu gösterin bana! Yoksa burada ne olup bittiğini anlamadığımı mı sanıyorsunuz'' dedi.yatağından var gücüyle birlikte doğrulmak istedi.
Hastane odası gereğinden fazla soğuktu.Bu tamamen onun tenine vuran ayazdan  kaynaklı olmadığını oda biliyordu.Eylül ayının bu derece soğuk olduğunu el parmaklarına dokundurduğu kristal bardaktan anlayabiliyordu.Oda da kendinden başka iki yatak daha olmasına rağmen, yalnız yatıyor olmasına başta ilgiye yormuştu.Etrafındaki telaştan hiçte böyle olmadığını anlaşabiliyordu.

Handan' ın çocuğu olmuyordu.Yaşının 38 olduğunu hissettiğinde bazı gerçeklerle yüzleşmesi ve riskler alması gerektiğini o an anlamıştı.Yeni doğum yapmış lohusa kadınlarının ''Al Basması'' mitolojisine bile razıydı artık.Yeter ki çoc kızuğu olsun, nefesi nefesinde dans etsin, kurduğu muzip hayalleri bebeğiyle birlikte uygulamaktan başka bir şey düşünmüyordu.Allah da yıllardır yapılan duaları kabul etmiş; yıllardır rabbine olan sitemlerini duymuş, ona bir erkek bebeği vermişti.Mücadelesiyle birlikte hem de..Mücadele hiç de uzak olmayan bir terimdi Handan için.onun için kotarılmış bir hayat olarak görüyordu yaşamı.Farklı bir mücadeleydi onun yaptıkları, sadece kendinin duyup görebildiği.Bilmiyordu.Bilemezdi.Etrafındaki herkes nereye kaybolmuştu? hiç bir anlam veremiyordu bu olanları. Sevinmesine bile mücadele ruhu eklemişlerdi bu hayatta.odaya bir karanlık mı çökmüştü, neden hiç bir şey gözlerine temas etmiyordu. Farklı bir yerde değildi sanırım. Uyuyor muydu, rüya mıydı yoksa bunlar. Başka bir dünya da yaşıyordu da olanları mı göremiyordu. Anlam veremiyordu hiç bir seye.
- ''Çocuğu mu diyorum doktor bey''?! Hiç ses yoktu.Ölmüş olmalıdı.Sadece kendisinin yaşadığını sanıp hayaller mi kuruyordu kafasında.Bilemiyordu.Parmakları donmaya başlamıştı, bu sadece buz tutmuş kristal bir bardakla açıklanamazdı.Bu şekildee olması hiç de hoş değildi. sesine dair kuşkular belirmeye başlamıştı yavaş yavaş. Etrafta ağlayan bir ses duymayı ne çok istemişti şimdi.Hiç susmadan ağlayan bebekler.ahh!! İçini sızlatan ve dinginleştiren...

                                                                       *    *     *


[Derler ki Allah ( c.c) meleği aracılığıyla, birinin canını alırsa; insanlar meleği suçlayamazlarmış.Mutlaka, '' Takdir-i İlahi buymuş'' , ''Allah sevdiğini yanına alır'', ya da '' böyle gecelerde dışarı çıkmasaydı başına bu gelmezdi'' gibi düşüncelerle meleğinin sorumluluğunu azaltırmış...Adını Azrail koyduğu meleği Rabbi hep bir sıcak ve müzmin bakarmış.]

Alıştım artık, kimleri gördüm son nefeslerinde, canları nasıl da yanmakta.Annelerinden ayırdığım kaçıncı çocuk bu.Canım da yanmıyor artık.Benim görevim bu, insanlar beni pek sevmiyor, anlayamıyorum bunu.Hep uzak dururlar benden.yüzleri ekşir. İnsafsızdırlar.Elimden bir şey gelmez, ne yapabilirim.hiç ayrım yapmam; ta ki o çocuğa kadar.
Alamıyorum onun canını, nefes sayısı on bin sadece. Sayılı nefes dedikleri bu olsa gerek. Nasıl da geçmekte, nasıl gülmekte.Ama kimse bilmiyor.Geceler ilerliyor ve doktorlar bir mücadele içinde.Annesi ızdırap içinde ve göz yaşlarına baraj kurulmaz. görebiliyorum nasıl da akıyor öylece.bebeğini görmek güzel ya nefesi almamayı sağlayabilir mi acaba.Kendi nefesini veremez mi? Hiç düşünmeden hemde.Durduramıyor gözyaşlarını, hayat boyunca da durmamıştı zaten.Doktorlar bebeği yaşatma telaşı içinde.Elimden bir şey gelmez.Bekliyorum.Sayılı nefesinin bitmesine.Can veremiyorum yeni dünya hayatına, ne kadar ulaşılmaz olmam engellemekte bunca şeyi ne tuhaf!! Herkes telaşlı bir şekilde bebeği yaşatma telaşında, nafile bir çabadan ibaret.Gitmek istiyorum buradan,bırak almayayım dünya da sayılı nefesini.Kimler yaşamıyor ki, bu bebek de yaşamalı diyorum.İç çekerek bekliyorum sadece vakitin dolmasını.Annesi nasıl da bi habe herseyden. uyuyamamakta.Kızgın ve kırgın.Kime olduğunu da bilemiyor.Duymuyorum bana edilen duaları(!) duymasam daha iyi.Her şey bu dünyaya özgü anlıyorum,biliyorum ve sadece bekliyorum.
                                                       
                                                                *    *    *
Handan' ın en uzun geçirdiği gecelerden biri bu olmalıydı.Tamı tamına beş gün geçmişti.(bu da gecen yedi bin beş yüz nefes eder) Anlamsızca yatmaktan başka bir şey gelmiyordu handanın elinden.İlk önce odaya sude girmiş olmalıydı.Gözleri yumulu, hissedebiliyordu handan olanları. Etrafında filtreden geçirilmesi gereken sesler olduğunu düşündü bi an. Kulaklarına nüfuz eden kalın telli tümceler nasıl da ağırdı.Pek iyi hissedemiyordu kendini, o bilindik nakaratı tekrar ettiğinde.Sesindeki tınının yok olduğuna hayıflandı.
Kız kardeşi sudeye: '' Bebeğim nerede?'' sorusuna karşılık gelme olasılığı bu sefer çok fazlaydı.Yüzünde beliren tebessümde bunun göstergesiydi.Odaya göz gezdirdiğinde, kocası ve kardesi, sağ tarafında ve sağ elini tutmaktaydılar.Tam karsısında( pencerenın yanı oluyordu) doktor tebessüm edip hemen kesilmekteydi.Handan bunu nasıl ve neye yoracağını düşünürken, doktor söze karışma gereği duyup; ve şu sıralı cümleleri söyledi:
- ''Handan Hanım çok şanslısınız bunun farkındasınızdır umarım! Mücadele ruhunuzu hayran kalmak elde değil''. Bu sözü söylerken doktor ellerini nereye koyacağını göz gezdirmek kendine alamamış olup, ellerini gögüs kafesinde bağlamayı seçmiş, kendini rahatlamış hissetmişti.

Bebeğinizi ( oğlandı) göstereceğiz size, ancak onunla konuşmamanız gerekiyor dedi. Ne demek istediğini anlayamayan handan, kaşlarını çatarak olanları anlamaya çalışıyordu: '' Ne demek konuşamam diye cevap verdi''.
Doktor: '' Tıp da ki terimini açıklamaya çalışması muammaydı handan için. sanki kulakları duymuyor ve nefes almayı unutuyordu . Doktor: '' ciğerlerinin her nefes alıp verdiğinde zarar gördüğünü , çocugunun cok uzun yaşayamayacağını'' göz teması kurmadan aktarmıştı. gerekli açıklamaları yaptıktan sonra bebeğin getirilmesine isteyen doktor, gözlerini de kız kardesi olan sude ye dikip, yüzündeki rahatlama hissini bir an önce kendisinin de kavuşması için dua ediyordu.
Doktor tekrardan yineleme gereği duyarak: ''Söylediğim gibi handan hanım, kendinizi ve çocugunuzu pek yormayın, ve ne olursa olsun ağlamaması için dua edin. bunun ne anlama geldiğini...'' sözlerini tamamlamadan odadan cıkma gereksinimi duyup, hızlı adımlarla kapıya yönelerek uzaklaşıp gitmiş; o odaya bir daha dönmemişti.

Canının canı kucağındaydı şimdi.Nasıl dokunacağını bilmeden nefesini tutmuş, sadece izliyordu yıllardır beklediği bebeğini.Her tarafta neşe vardı şimdi, hiç kimse göremiyordu, sadece nefesleri değil; sanki tüm benliğiyle onun içine girmek istemekteydi.Odada gereksiz onlarca nefes alıp verme ritüelleri baş göstermişti, kendi sadece gülmekten başka bir şey yapası gelmiyordu.dokunmanın sıcaklığı tek taraflı olması hiç bu kadar mutlu etmemişti kendini.Platonik bir aşk anısı canlandı handan' ın gözünde. hayallerle birlikte yaşarken elleriyle bebeginin ellerini tutmayı ihmal etmiyordu.Gözyaşlarının içine akması kimsenin umrunda değildi, herkes oradaydı. bekliyorlardı.Gülüyordu sadece.Bebekten başka kimse göremiyordu olanları, bir de gideceği yerdeki güzellikleri anlatan melekler.Kabullenmişlik sezdi handan, herkeste bir razı oluş görünüyordu göz bebeklerinin içlerinde.gereksiz nefesler odaya hapsolmuş hesap soruluyordu şimdi.Alınacak nefes alınamıyordu.
Bir çığlık kapladı eylül sonbaharında, hastane odası aydınlandı mı yoksa karanlığa mı büründü, kimse bilemiyordu.göz bebeklerinden yaşlar durdurulamıyor, önlerine set çekilemiyordu.Handanın yattığı yerden güneş görünmez olmuş, bulutların yok olduğu görülebiliyordu. ''sanırım yol açıldı'' diye içinden geçirdi handan, gereksiz bir nefes daha aldıktan sonra.Hareket saati gelen bir tren sesi hastane odasına ele geçirmişti şimdi.Ezan sesi ne kadar hoş geliyordu ölüm anında.bebeğinin kalp atışları ve ağlaması hızlanmıştı, bir yere yetişme cabası içinde olduğunu düşündü bir an.nefesi bir saniye;  zaman ağır bir gökyüzüydü şimdi.Akrep ve yelkovan ant içmiş gibi.Gülücükler içinde kucağından alınıyordu şimdi en narin nefesi.Anne olmuştu işte. 

Gözlerini kapattı.Güneşin doğması istemedi bir daha.Trenin rayda ki uğultusu  hala duyulabiliyordu.On bin nefes verilmiş; kefaret ödenmişti.


                                                                                                   İBRAHİM DEMİRÖZ
                                                                                                       OCAK-2015



3 Cisim Problemi

  yeniden